Dünyaya uyanık gözlerle bakan kişi, yaşamın çürüyüp giden bir tohum olduğunu gözler kuşkusuz. Yalnızca hür bir ruh, üstünde mutluluktan başka bir şey bitmeyen çayırlardan vazgeçip, sonsuzluğun kokusunu ruhuna doldurmayı bilir.”
Amin Maalouf
Hür bir bireyin verdiği kararlar ve toplum içerisindeki hayatın kalitesi, esir alınmış, sömürülerek yetiştirilmiş birinin ki (birey bile olamadığı için bir birey demiyoruz) ile asla ölçülemez. Hür doğmuş, Vatan ve Millet, Milliyet kavramları için tercih yapmış ve bu şekilde yetişmiş olanla, doğar doğmaz esir alınmış, mahkûm olmuş olanın farklarından biri de, hür olanın ilgi alanı yelpaze iken, esir olanın alanı yekparedir.
Amaca güdülenmiş bir hayvanın dürtüleri ile yaşamını sürdürmesi gibi bu tip insanlar da güdülenir, kodlanarak odağa sabitlenir. Her türlü eylem ve söylemde istikamet bozmadan ilerleyebilir. Doktrinlere açıktır.
Korkak ve güven hissinden daima uzaktır, elindeki kıvılcımı korku ve güvensizliği sebebi ile bir anda koskoca ormanın ortasına atabilir ve bundan ebeden suçluluk hissi duymayabilir.
İnsanları birer eşya, yollarında ilerlemek için üzerlerine basacakları birer basamak gibi görürler. İkili ilişkileri sürekli bir menfaat içerir, senden almadığı sürece asla sana vermez, sende olanı almak için de türlü hilelere müracaat ederler.
Kindardırlar, asla kendilerinin zararına olan, isteyerek veya istemeyerek yapılan bir hareketi fiili veya eylemi unutmazlar, en kısa zamanda ağlarını örüp, misillemesini gerçekleştirmek için pusuya yatarlar.
Hür olan iradesini sürekli tercihler yapmak için kullanır. Fikri olgunluğunu kemalata erdirmek niyet ve gayretindedir. O, iyilik yapar ve unutur. “İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir” düsturu ile yoğrulur.
Birer aparat gibidirler, nerede kullanılışlı olacaklar ise oraya göre şekil almaya müsait halde mayaları vardır. İlk fırsatta kendilerini kumanda edenin elinden, ondan daha güçlü ve komplike olan diğer bir yöneticinin eline geçerler. Kişilikleri ve karakteri sürekli boyunduruk altında geliştiğinden ( tabi bu gelişme sayılmaz) ilerlemiş bir hastalığın son evresindeki bir hasta gibi her önerileni kendisine çare zannederek malum sona koşarak giderler. Sürekli bir kıskançlık içerisindedirler, bu onların baştan beri bırakıldıkları yoksunluk hislerinin dışa vurumudur. Sahip oldukları fıtri özelliklerin kullanımlarını keşfedemedikleri için, mümkün olan en kötü taraflarını sivriltmişler ve onu beslemişlerdir.
Kıskanmak her insanın fıtratında vardır, fakat haset etmek haddi aşmaktır, haddi aşmak şirktir, şirk:”Allah’ım sen nimetini kime vereceğini bilmiyorsun” demektir.
KISKANMAK: Gayrettir. Gayret elindekini sakınmak, üzerine titremektir.
HASET: Bende yok onda da olmasın.
BUHL: Bende var onda olmasın.
ŞUHH: Onunki benim olsun.
GIPTA: Onda var bende de olsun.
SEHAVET: Bende var onda da olsun.
İSAR: Benim değil onun olsun.
CUD: Bende yok ama onda olsun.
FAKR: Onda yok bende de olmasın.
Sömürülmüş olan, aidiyetinden sıyrıldığı için kendi cinsine, türüne, memleketlisine, aynı ırkdaşına yakınlık hissini kaybettiğinden ve onu bu hale dönüştürene benzediğinden, o da tıpkı kendisini sömürenler gibi, kendi cinsini, ırkını, türdeşini kullanılabilir bir aparata dönüştürmek ister. Efendisine böyle tahsis eder bir nevi.
Eğer efendileri kendisini diğerlerinden farklı bir alanda istihdam etmeye başlamışlarsa, oraya çivilenir, görevini en iyi şekilde yerine getirir ki yerinde gözü olan diğerlerinin eline fırsat vermesin.
Diğerleri kendisinden, bulunduğu konumu ve imkânları da kullanarak bir yardım talebinde bulunmasınlar diye, onlarla aynı ortamlarda bulunmazlar, gittikleri yere gitmezler, acılarını paylaşmazlar ve öylesine bir mesafe koyarlar ki sanki bir zamanlar asla onlardan biri değilmişçesine.
Zihni onu aniden kendisinin köleliğini, acınası durumunu perdeleyen efendisinin karakterinde olduğu yanıltmacasına inandırır.
Eğer bu noktadan sonra geri dönme arzusu üstün gelmezse, artık tamamen ve belki de sonsuza dek kaybolmuş demektir.
“Onlar Bizim Düşmanlarımız! Öğretmenlerimiz Değil! Unutmayınız Ki! Savaş Ölünce Değil.! Düşmana Benzeyince Kaybedilir.”
Aliye İzzet Begoviç
Bir yanıt yazın