AYŞEGÜL KURT İLE FOTO-BİYOGRAFİK SÖYLEŞİ 3


3. BÖLÜM

*Fotoğraf serüveniniz nasıl başladı?  Ne zaman başladınız fotoğraf çekmeye?  Fotoğrafı sevdiğinizi nasıl fark ettiniz?

– Şimdi fotoğrafı önceden de çekiyordum, baskı filme çekiyorduk o zaman. Onları hiç baskıya vermedim. Yakıyordum genelde. Ya da filmlerde unutulup kalıyordu.

 Tarih neydi?

– Çok eski ya. Yirmi yıl var bu bahsettiğim.

 *2000’ler falan.

– 2000’lerden de eski. 1990’lı yıllar. 1995’li yıllarda da çektiklerim var. Evlendikten sonra, eşimin makinasıyla çektiğim fotoğraflar vardı. Ama işte hiç doğru düzgün baskıya vermiyordum. Tabii o zaman Osmaniye’deyim. Ne çekeceksin? Aile fotoğrafları çekiyorsun. Başka bir şey yok. Belki de ondan dolayı. Fotoğrafçılık nedir, aileleri, yakınlarını çektiğin fotoğraflar olarak bakıyordum. 2003 yılından sonra bilgisayarla beraber (HP) o zaman bize bir kompakt makine hediye etmişti. O makine ile çektiğim fotoğraflarla başladım. Çok geziyorduk biz çocuklarla. Çocuklar küçükken, İstanbul’un günübirlik gidilebilecek, yakın çevrede nereler varsa, hepsine gittik. Onları, orada gördüğüm güzellikleri çekiyordum. Çocukları yine çekiyordum yoğun olarak. Sonra bu makine bana yetmiyor ya hu, ben daha iyisini alayım, diyerek Canon ile devam edeyim dedim. Yine Canon Compact. Hiçbir zaman için fiyatlarını sormadım.

*Yalnız marka vermezsek şey olmasın reklama girmesin.  Hep bunu söylemek istemişimdir. 🙂

– O makine ile başlarken ben DSLR makineleri ulaşılmaz olarak görüyordum. Yani çok pahalı onlar, ulaşılmaz. Aldığım makineyi, bu içime oturduğu için hala hatırlıyorum. 2005 miydi? 2004 yılında kompakt bir makinaya 900 lira para ödemiştim. Çok iyi bir para yani, günümüzde baktığımız zaman da çok iyi para 900 lira. Benim Hollanda’da bir arkadaşım vardı o da fotoğrafla ilgileniyor. Ben sana bir DSLR makine göndereyim dedi. Marka vereceğim 🙂 İkisinin dışında zaten yok. (Nikon-Canon) Nikon D50 gönderdi bana. Ondan ilk makinemi satın almış oldum. Nikon D50 – 18-55 lens gönderdi. Zaten kit lens olarak geliyor. Sonra 70-300 lens aldım Mehmet ağabeyden. Böyle başladım fotoğrafa. Şimdi fotoğrafa başladım ama ben ne çekeceğim? Nasıl kullanacağım? Yani makine geldi, nasıl kullanacağım. Bir de yanlış hatırlamıyorsam onda otomatik mod yoktu. Ya da ben bilmiyordum, hatırlamıyorum bak. Direkt diyafram öncelikli, sonra manuel ile başladım ve ilk günden beri de manuel kullanıyorum. O yüzden otomatik mod var mıydı? Yok muydu? Hatırlamıyorum. Hep manuel ile kullandığım için. Ondan sonra da işte 300ES, 700. Kubbeleri çalışırken Full Frameler. Öyle bir makinayla işin içerisine girince bir de grup ile gezmeye başlayınca, bütün makinaları görüyorsun, daha iyisi, sanki şey diye düşünüyoruz iyi bir makineyi alınca çok iyi fotoğraflar çekecekmişiz gibi. Ama hiçbir şey değişmiyor. Yani ben bugün baktığımda, o zaman öyle görmüyordum ama bugün geriye dönüp baktığımda D50 ile de çektiğim fotoğrafların içerisinde çok iyi fotoğraflar varmış. Hatta o zaman çok gezdiğimiz için, sokağı çok fazla belgelediğimiz için, her hafta sonu pazar günü ben sokaktayım. Çarşamba günleri de sokaktaydım. Grupça gidiyorduk çünkü biz. Bayağı bir kalabalık grup. 100 kişi falan oluyordu gurup. Onlarla gittiğimizde çektiğim çok iyi fotoğraflar da vardı, tabi çok kötü fotoğraflar da vardı işin içinde. Öyle başladı gitti. Şimdi birazcık daha farklı bir boyuta gidiyor ama.

* Grupla gezerken mi makinanın teknik anlamda kullanımına hâkim olabildiğiniz? Yoksa siz daha önceden bir kurs, ya da herhangi bir YouTube’dan öğrenme gibi, bu yeni neslin tarzı. O zamanlar Youtube var mıydı?

– YouTube vardı ama bu kadar yaygın içerik yoktu. Bir de bizim başladığımız zamanda o grubun dışında Foto Kritik diye bir site vardı sadece orada. Ama Foto Kritik mesela bir kursun verebileceğinden çok daha fazlasını veriyordu. Kullandınız mı bilmiyorum da o zaman. Bugün tüketime dayalı, yani senin fotoğrafına belki de bir saniyede bakıp, beğenip, geçip gidiliyor. Üzerinde inceleme bile yapılmıyor. Foto Kritikte insanlar fotoğrafa bakıyorlardı, fotoğrafın eleştirilecek olan taraflarını eleştiriyorlardı, ondan sonra sana nasıl yaparsan daha iyisi olabilecek, bunların üzerinden yorum yapıyorlardı.

*Müthişmiş.

– Bunlar o zaman bir eğitime dönüşüyor. Sana çok şey katıyor ki birçok arkadaş Foto Kritik’deki o bilgilerle, paylaşımlarla birçok şeyi öğrendi. Ben fotoğraf kursunu aldım ama kursta sadece teknik bilgiyi veriyorlar, o temel fotoğrafçılık dediğimiz. Oradaki bilgiyle çok bir şey yapamıyorsun, uygulama gerekiyor. Uygulamaya da tek başına gittiğin zaman yeterli olmuyor. Ne yapacaksın? Yani tek başına gidiyorsun, oradaki bilgi tek başına yeterli olmuyor. Bir hata yapıyorsun, hatayı sana kim söyleyecek?
Senden daha iyi birisi olacak ki sana söyleyecek. Ya da senden başka birisi olacak. Bu grubun içerisindeki arkadaşlar, herkes üç aşağı beş yukarı aynı seviyede. Daha iyiler var, o daha iyiler kendinden geride olanlar sordukları zaman çok paylaşıma açıktı. Herkes birbiriyle paylaşıyordu o zaman. Şu an paylaşım yok mesela. O zaman sosyal medya YouTube’ da veya herhangi bir mecrada fotoğrafla ilgili bilgi yoktu. Şu an YouTube’ da binlerce kaynak var. 

*Evet. Bugün bile bizim, mesela içinde bulunduğumuz fotoğraf grubu, işte WhatsApp grubu. Orada bile bu fotoğraf okumalarının ne kadar kıymetli olduğunu görüyoruz. Hem çektiğimizin ne anlam ifade ettiğini hem de nerede hata yaptığımızı.

– Evet

*Bugün bile birlikte olmak, daha iyi bilenin bir alt kademedekine yol göstericiliği müthiş bir şey.

– Aslında bu sadece daha iyi bilen yol gösteriyor diye bir durum söz konusu değil. Ben bunu dışarıda da söylüyorum. Beraber, çocuklarla (Fotoğraf grubumuzdan söz ediyor) gezmeye başladıktan sonra, sizlerden çok fazla ilham alıyorum. Aldığım taraf işte benim görmediğim taraf. Bizim nesil gibi değilsiniz, farklı bir bakış açısına sahipsiniz. Bu ne oluyor? İşte üç tane fotoğraf sanatçısını verdim, biri Samet’ti. Ümit’in kullandığı Photoshop uygulamalarına baktığın zaman. Senin de aynı keza. Bunlara bakınca sizden biz de bir şeyler öğreniyoruz, anlatırken öğrenebiliyoruz, sizin fotoğraflarınızı incelerken öğrenebiliyoruz.  Bence birlikte yol alıyoruz. Biri çok iyi de biri geriden geliyor diye bir şey yok. İllaki önde olan bize bir şeyler öğretiyor diye bir şey yok.

 *Tevazu ediyorsunuz, teşekkür ederiz. Bizi şımartıyorsunuz. Çok teşekkür ederim bu sorunun cevabı için. Uzun bir cevabı oldu. İnşallah dinleyenler de (okuyanlar da) faydalanır. 

İlk fotoğraf makineniz hangisiydi? Zaten bunu bir önceki soruda cevapladınız. 

*Bugüne kadar kaç şehir fotoğrafladınız? Bunlardan hangileri sizin için özeldi?

– Herhalde Amasya benim için çok özel.  Çünkü Amasya benim tek başıma ilk şehir dışına gidişim. Daha önce gittim arkadaşımla şehir dışına. Konya’ya gitmiştim. İlk gezim benim, şehir dışı gezim, bir arkadaşımla beraber gitmiştik Konya’ya. Gezdik, günü birlik gittik geldik. O zaman da fotoğraf makinesi ile gitmiştim. İlk makine, yeni almışım, daha fotoğrafa başlamadan gittim. 70-300 lensimi orada, cam atölyesinde bir fotoğraf çekerken kırdım, geldim. Daha aldığım ilk günden kırdım yani makineyi. Amasya benim tek başıma gittiğim bir geziydi. Amasya herhalde benim için özel ama kaç yere gittim saymadım. 

* Neden özel Amasya?

– İşte tek başıma gittiğim için. Tek başıma şehir dışına çıkıyorum. Normalde bu 2014 ya da 2013’ün sonuydu. O zaman tek başına çıkmak! Ben hep Osmaniye, İstanbul arası git gel yaptım. Onun dışında şehir dışı falan çok gezmedim. Geçen gün de söylemiştim, eşim sürekli hem yurt dışında, hem yurt içinde, gezmediği yer kalmamış işi sebebiyle. Ama ben giderken çocuklar küçük. Bir de yakın civarda çocuklarla ki o dönem zaten yine çocukların küçük olduğu dönem olduğu için onlarla da çok çıkmadık. Biz çocuklarla çıktığımız zaman 2004 yılı sonraydı. Furkan 6 yaşındaydı biz gezmeye başladık. Daha rahat hareket edebileceğimiz için. O zamana kadar İstanbul’un çevresini bilmiyordum. Eminönü’nü bile bilmiyordum. Eminönü’ne sadece doğum zamanında alışverişe gittim kuzenimle. Onun dışında Eminönü’ne bile geçmek benim için o sanki başka bir şehre gidiyormuşum gibiydi. Öyle bir durumdu.

* Karşı da oturmanın dezavantajı herhalde bu da biraz. 

– Osmaniye’de o gezme kültürü dediğimiz tatiller mesela, tatil kültürü nedir? Ailenin yanına gideceksin. Kalkıp da herhangi bir yere gidemezsin. O kültür yok. O kültür olmadığı içinde, İstanbul’dayken de böyle yaşadık yani. Buradasın am oradaki düşünceyi buraya getirmişsin. Yanlış hatırlamıyorsam Doğan Kuban mıydı? Turgut  Cansever mi? şu an ismini hatırlamıyorum da bir kitapta çok güzel anlatmıştı. O “köylü” düşüncesinden kurtulamayıp, oradaki yaşantıyı olduğu gibi İstanbul’a getirenlerin, İstanbullu olamayacağına dair bir söylemi vardı. İşte biz. Oradaki yaşamı alıp buraya getiriyorsun. O zaman şehirli olmuyorsun. Yine oradaki yaşantı ile geliyorsun.

 *Müthiş.

– Onun için İstanbul’da benim için Eminönü bile çok uzağa gidiyormuşum gibi gelirdi. Amasya onun için özel. Tek başıma hiç bilmediğim bir yere gidiyorum.

 *Bir de fotoğraf çekmenin vereceği heyecan var, verdiği  heyecan var.

– Tabii. Bir de izin almışım müftülükten. O zaman heyecanla diyorum ki “ben minareye çıkacağım”. Çıktım da ne oldu? İyi fotoğraf çekememişim. Çıktığım zaman yanlış, kaçırdım.

 *Teşekkür ediyorum. Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı bu sorunun üzerine?

– Yok. Şehirleri bilmiyorum yani kaç şehir gezdim, saymadım.

 *Sizi en çok etkileyen Amasya idi. O da ilk olduğu için. 

-Evet. Yoksa onun dışında bakarsan mesela, Divriği.  Divriği’deki  Ulu Cami. Orası beni çok etkilemişti.

 *Taş ustalığının ayyuka çıktığı…

– Ustalık değil ya o bambaşka bir boyut. Ustalığın çok ötesinde. Hani sanat diyoruz ya, işte oradaki gerçekten sanat.

* “Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu”.

 AHMET HAMDİ TANPINAR – BEŞ ŞEHİR

Herhalde yansımalarını büyük eserlerdeki işçilikte görüyoruz. İşte Süleymaniye Mimar Sinan’ın yaptığı, yine Divriği’deki o taş ustalığı, dantel gibi işlemişler mesela. Herhalde ibadet ediyor dedikleri mesele işin o tarafına denk geliyor olabilir.

-Ben de hep öyle diyordum da, orada sadece biz Müslümanlar olarak yapıyoruz diye düşünüyordum. Ama orada çalışan diğer “dinlere” ait insanlar da vardı. Herhalde o dönemin insanı yaptığı işi aşkla yapıyordu. 

*Çok güzel. Burada Teyfur Erdoğdu Hocanın bir lafını hatırladım. “Eskiler işini doğru yapıyordu. Şimdi ise doğru iş yapılıyor.” Demişti.

*Vaktinizin ne kadarını fotoğrafa ayırıyorsunuz? Çektiğiniz fotoğrafın iyi olduğunu nasıl anlıyorsunuz? 

-Fotoğrafla uğraşmadığım zamanda bile zihnim arka planda sürekli fotoğrafla meşgul. Ya okuduğum bir kitapla ya izlediğim bir filmle ya da işte derste anlattığım bir konuyla. Bak orada bunu eksik anlattım diyorum. Fiziksel olarak fotoğrafın içerisinde olmasam da zihinsel olarak her anımda fotoğraf var artık. Bir süre sonra, fotoğrafı hayatının merkezine koyduğun da, her alanı kaplamaya başlıyor. 

*Düşünce böyle biçimlenmeye başlıyor.

– Yani evet. İlla ki bunu paylaşmak olarak da değil, hayata farklı bir gözle bakmaya başlayınca, mesela aslında gün doğumlarında. Sabahın köründe kalkıp sırf gün doğumunu görmek için gittiğim var. O anı görmek, yaşamak, oradaydım işte, buna şahit olmak için. Ya da akşam saatlerinde, birçok şeyden fedakârlık ederek yine gidiyorum oraya. İşte fotoğrafa dair şekilleniyor. 

*Çok güzel. Şahit olmak.

*Çektiğiniz Fotoğrafın iyi olduğunu nasıl anlıyorsunuz?

-Vallahi ben eleştirel yaklaşıyorum kendi fotoğraflarıma. Çok iyi diye bakmıyorum.

 *İyi derken, tamamlanmamışlık manasında yani.

– Işığı iyi kullanmışsan, gürültü kirliliği dediğimiz grenlenme yoksa, kompozisyon olarak da altın orana göre iyi yerleştirebilmişsem, renk tonlarını doğru ayarlayabilmişsem. Kompozisyonda kusursuz diyebileceğimiz bir açıyı yakalamışsam yani kadraj oluşturmuşsam o zaman iyi bir fotoğraf diye biliyorum. Ama bazen bunu dediğimde duygu yoksa fotoğrafta, bir öge eksik, yani canlı unsuru yoksa o zaman ya şu da olsaydı dediğim noktalar oluyor bu sefer. 

 *Yine bir duygu. İnsana hitap edecek o nüansın fotoğrafın içinde olması lazım bu iyi bir fotoğraf demeniz için.

– Kesinlikle. Duygu’nun önde olması gerekiyor.

* Fotoğraf çekerken estetik kaygısı yaşıyor musunuz?

-Demin söylemiştim ya ilk başlarda bunu yaşıyorsun. Fotoğrafta estetiği arıyorsun. Öncesinde estetik kaygım vardı ama o belgesel tarafını fark edince bana tat vermeye başladı. Bu sefer de estetik kaygından feragat ediyorsun, vazgeçiyorsun. Çünkü önceliğin başka bir şey burada. Bir şeyler anlatmalı o fotoğraf artık benim için.  Estetik olmasa da olur ama bir şey anlatmalı, bir anlamı olmalı. Galiba bunu ilk defa söylüyorum.

*Bunu ilk defa sizin kanalınızda söylüyorum J

– Samet ve Tunay, Serap, Ümit, yani beraber gezdiğimiz arkadaşların hepsi ortaktır bunda. Tamam, çıkıyoruz geziyoruz, ee nereye kadar? Ben yıllardan beri çekiyorum, bunu yapıyorum. İşte başta estetik kaygıyı çok yaşıyorsun ve çok arkadaş bunu yaşıyor. Türkiye’de o estetik kaygı çok ön planda. Fotoğrafta belgesel ağırlıklı çalışan arkadaşlar var. Beğeniye bakıyorum çok düşük. Beğeni düşük olunca bu sefer insanlar o fotoğrafları paylaşmak yerine estetik olan fotoğraflarını daha ön plana çıkarıyorlar. 

*Aslında bu soru daha da böyle derinleştirilebilir. Bir röportaj daha yaparsak, orada kurgu fotoğrafçılığına biraz değinmek isterim. Kurgu Fotoğrafçılık üzerinden biraz konuşsak  aslında orada da sizden çok güzel cevaplar duyacağımızı düşünüyorum. Hatta savaş anındaki bir görüntüden bahsetmiştiniz geçen sohbet ederken. Aslında orası öyle bir alan değil ama fotoğrafçı böyle bir kare çekecek, dünyaya böyle duyuracak diye, orada rötuşlar yapıyor. Topları taşıyorlar, cesetleri başka bir tarafa koyuyor, gibi bir şeylerden bahsetmişsiniz. Aslında kurgu fotoğrafçılıktan, işin biraz da bu tarafından konuşmak lazım.  Ama bu daha uzun bir konu herhalde. Yine de bir şey söylemek ister misiniz?

– Kurgu fotoğraflara karşı olan arkadaşlarım var. Çekmiyorlar. Sokak fotoğrafçısıysan diyor, o anı belgelemelisin. Ben de o görüşe katılıyorum. Şimdi sokaktaki o fotoğrafa müdahale ettiğin zaman hoş olmuyor, diyorduk, kurguya karşıyız. Ama fotoğrafı okumaya başladığımızda, geçmişteki fotoğraflara baktığımızda, hep kurgu varmış. Fotoğrafın başından beri kurgu varmış. Hani o programda demiştik ya,  Hayal Kırıklığı. (Fotoğraf üzerine gurupça izlediğimiz bir filmi kritik etmiştik, oradaki bir sahneden bahsediyoruz –One Hour Photo-) onun kurgu olduğunu öğrendiğinizde, yaşadığınız hayal kırıklığı. Daha çok duygu ağırlıklı olan fotoğraflar bizde hayal kırıklığına sebebiyet veriyormuş. Ben tamamen hayal kırıklığı yaşadım.

* Resmen dolandırılmışız. J

– O zaman ben daha kurgunun ne olduğunu bilmiyordum.  “Hayalleme” diye bir hesap var. Şemsi Paşa’da Hasan Bey ile bir programları vardı, orada bir fotoğraf gösterdi Osmanlı dönemine ait. İki tane adam bir arabayı taşıyorlar, peçeli bir kadın oradan bakıyor, arabanın içerisinden. Bir sonraki fotoğrafı gösteriyor meğerse kadın yok. Adam peçe çekmiş o pozu vermiş. Öyle çekmişler. Onu görünce Vay be dedim. Burada da var Osmanlı’da da var sonra o kitabı okuyup o fotoğrafları görünce Allah’ım dedim ya bu dönemden beri kurgu var. Çok ciddi bir hayal kırıklığı.

*Düpedüz sahtekârlık. Bu şey gibi, Oryantalistlerin Osmanlı’yı hiç görmeden işte Türklerle hiç karşılaşmadan resmettikleri şeyler var ya işte, uyduruk uyduruk. Adam oradan bir şey duymuş öbür taraftan bir şey duymuş onları birleştirmiş bambaşka bir şey çıkmış. Mesela işte bu Osmanlı’da harem, Osmanlı’da kadın Osmanlı’da bilmem kim falan gibi.

– Ve onlara da inanıyoruz.

* Bu kurgu fotoğrafçılar biraz oryantalistlere benziyor sanki karakter olarak. Çok yüklenmeyelim de sonra bizi linç etmesinler. 

– Kavramsal fotoğrafta kurgu olması gerekiyor. Onu ayrı bir kategori olarak değerlendirmek lazım diye düşünüyorum. Kavramsal fotoğraflar ayrı, orada kurgu yapmak zorundasın.

* Evet

– Ki kavramsal fotoğraf bence çeken kişinin hem fotoğraf açısından hem o bilgi birikim açısından kendisini yansıttığı bir alan olarak görüyorum. Sanat gerçekten o kavramsal fotoğraflarda ortaya çıkıyor bana göre. Çünkü o zaman orada çeken fotoğrafçının bir söylemi var. Onu nasıl ifade ediyor, nasıl anlatabiliyor. Var olan bir şeyi değil de. Biz fotoğrafı birebir, o ana tanıklık olarak alıyoruz ama kavramsalda o değil. Senin düşündüğün, fikrin, düşüncen duygun her neyse onu yeniden, başka materyalleri kullanarak ortaya koyduğumuz süreç. Orada, farklı bir şekilde bakmak lazım oraya, diye bakıyorum. Tamamen reddetmiyorum ama çekmiyorum kurguyu. O hazzı bana vermiyor yani. Normal fotoğrafı çektiğim anda ki hazzı. 

*Fotoğraf çekerken karşılaştığınız ilginç anılarınız var mı?  Biraz daha eğlenceli kısa cevaplı sorulara geçiyoruz. 

– Ben… Kısa cevaplar?

 *Biz sizi ne kadar çok uzun konuşturursak o kadar faydamıza da…

– Aklıma gelmiyor.  Fotoğrafı çekerken…

 *En ilginç anınız ney mesela?  Mesela lensin izi düşürüp kırmışsınız, bu güzel bir anı mesela.

– Çok güzel!

* Pahalı bir anı ama…

– Neyse bu 70-300 idi kırdığım. Sonra ben de D750 ve 70-200 f2.8’i. Eve çıkıyorum evin altında market var. Marketten makarnayı aldım, poşet artık verilmiyor ya. Dedim ki ya bir makarna, çantamda da yer var dedim, ben dedim poşet almayayım ziyan olmasın poşetler, aldığım makarnayı çantamın üst bölümündeki, kitaplarımı koyduğum alana makarnayı koydum. Fotoğraf makinesini de şeyle tutturuyorsun, yandan bir gözü var, oradan çıkartıp alıyorsun. Onun fermuarını çekmişim ama kilit mekanizmasını takmamışım, yukarıdan makarnayı koyunca fermuar açılıyor ve güm. 

 *Eyvah!

– Yani bir makarna. Öbürü 70-300 neyse de bu ciddi 750’ydi.

 *Evet, böyle bir anı istiyorduk duyduk teşekkür ederiz. Yoksa daha nereden duyacağız sizin makarnayı taşırken lensi kırdığınızı. 

*Keşke ben çekseydim dediğiniz bir fotoğraf var mı?  Şu fotoğrafı keşke ben çekseydim dediğiniz bir fotoğraf var mı?

– Tüm fotoğraflar:) 

 *Herkesin çektiği fotoğraflar!

– Gördüğün bütün fotoğraflar. İyi olanları. Gördüğüm bütün gün batımı fotoğraflarında ben çıkıp çekemediysem içim giderek bakıyorum. İyi fotoğrafların hepsini diyorum ya ‘Keşke ben çekseydim’. Bence bunu demeyen fotoğrafçı var mıdır? Hepimiz herhalde diyoruz. 

*Bir de böyle aynı anda aynı kareleri çeken arkadaşlar var mesela. İşte böyle tevafuk var. Denk getirip hemen böyle ensenin dibinden, kulağının arkasından seninle aynı kareyi çekip, paylaşanlar var mesela. Diyorsun ki mesela bu fotoğraf benim diyorsun. Aaa! Nasıl olur diyor.

*Ben çekseydim şöyle çekerdim, dediğiniz bir fotoğraf var mı?

– Hatırlamıyorum.

 *Mesela bizim fotoğraflarımızı yorumlarken diyorsunuz ya işte, bir adım geriye gitseydin, biraz daha sağa alsaydın, bekleseydin.  Şu adam şuraya geçmiş olsaydı, işte gölgeden çıkıp ışığa girseydi. Böyle çok beğendiğiniz ama keşke ben çekseydim de şöyle çekerdim dediğiniz?

– Var, var. Oluyor ama şu an hatırlamıyorum. Hani şu fotoğraftır diyebileceğim bir fotoğraf yok ama bu baktığım işte o kompozisyondaki aradığım öğelerde eksiklik olanlar da diyorum yani ben hepsinde. 

*Son beş altı soru kaldı. Bunlar hızlı olanlar.

– Neyse gökyüzü gitti zaten!

* Bu filmlerle, dizilerle, şiir ile alakalı sorduğum soru ile biraz benzeşiyor. Hangi şarkı ya da türkü, atasözü bir fotoğraf olmalıydı?  O fotoğrafı bize tarif edebilir misiniz? 

-Çok zor soru. Harbiden çok zor soru.  Şimdi Gökhan bu soruyu ben sana çevirip soruyorum. Var mı? Hangisi? 

 *Yani burada röportajı ben yaptığım için. Cevap verememe hakkımı kullanıyorum. J

 *Mesela derler ya hani “Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü?”  Ya da Yunus Emre’nin “Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere yalan değil gerçekti ben de gördüm tozunu.” İfadesinde bir resim olsaydı bir fotoğraf olsaydı diye.

– Geçen gün paylaştım geri sildim. Paylaşmadım ya da tam paylaşacakken sildim. Eylem Aktaş’ın bir tane şarkısı var  Bir Asi Aşk diye.  Ben onu seviyorum. Bir gün yeğenimle beraber ilk dinlediğimizde galiba 2014 müydü? 2015 ya da 2014 yıllarında. O zaman dinlemiştik yeğenimle beraber. Arabayla Kız Kulesi’nin oradan geçiyoruz. O an ki bir duygu, yaşadığım bir duygu vardı. O duygu ile birlikte biz onu söyleyerek gittik, radyoda yine çıkmıştı. Sonra orada o şarkıyı çok fazla dinledik. O günden sonra da çok fazla dinledik o şarkıyı. Bu son günlerde de ne zaman bir fotoğrafla uğraşsam hep bakıyorum arkada o şarkı çalıyor. Yani herhalde o şarkıyı bir fotoğraf olmalı diye düşünüyorum.

* Ama henüz betimlenmiş bir şey yok zihnimizde öyle mi?  Bir hayal var mı? Perde de oynayan bir şey?

– Misal orada şeyi söylüyor, geçen cümleyi şimdi hatırladım. Cümleyi aldım paylaştım da. Bu yağlı boya efekti uyguladığım Atatürk Arboretumu’nda çektiğim bir fotoğraf vardı. Bir çift oturmuşlardı bankta, arkada yemyeşil, ilkbahar da çekilmiş bir fotoğraftı. “Uçsam çok uzaklara, konsam mutlu hayatlara”

Doğrusu: (Göçmen kuşlar gibi gitsem uzaklara. Mutlu masallara konsam)  J

Diye bir cümlesi var, bu kadar kötüyüm şarkıyı o kadar sık dinleyip de Şu an o kadar çok şeyi konuşunca şarkıyı hatırlayamıyorum.  Orada işte öyle bir şeyi söylüyor. Ama bu şarkıyı dinlerken orada şey yazmıştım, insanlar genelde mutluluğu hep uzakta arıyorlar. Yakınında yanı başında olduğunu kaçırıyor gözden. Hâlbuki o kadar uzağa gitmeye, mutlu masallara gerek yok. Bulunduğumuz anda da o mutluluğu oluşturabiliriz ya da evet zordur, hayatımızda mutlu olacağımız bir şeyler de bulabiliriz. İşte herhalde oradaki o cümleyi alıp, ona göre bir fotoğraf çekmek isterdim.

*Çok güzel cevaptı teşekkür ederim. Eldeki kuş, daldaki kuş misali. Elimizdekilerle mutlu olmak, en yakınımızdakilerin kıymetini bilmek, böyle uzaklara çok şey besleyip, heveslenip artık olacak mı olmayacak mı olduğu da şaibeli. O yüzden elindekilerin kıymetini bilmek lazım. 

– Şey diyor ya Cem Yılmaz gösterisinde “yapmıyoruz abi”. Ama yapıyorsun işte. Çok sık yapmak değil marifet, şu an yapıyorsun ya diyor ya, onun gibi. Ta uzağa gitmenin ne anlamı var ki. Uzağa ne zaman gideceksin ne zaman geleceksin bilmiyorsun, etmiyorsun. Buradasın, burada varsın. O zaman bu andaki o mutluluğa bak. 

 *Çok güzel

– Bunu ben kendime söylüyorum önce. Bu benim hayatımda uyguladığım bir şey değil de. 

 *Çok güzel cevap teşekkür ederim. Aldım cebime koydum nasihat olarak.

– Ben teşekkür ederim. 

*Şimdi biraz zıpır birkaç soru var. Bunlara hızlı hızlı cevap verirseniz sevinirim. 

* Hangi fotoğrafçı sizinle çalışmak istediğini söylese havalara uçardınız?  O gece uyuyamazdınız? 

-Serap ve Samet J Çok uzak bir ihtimal ama Salgado’yu derdim. Müthiş olurdu. Bir yarışma vardı, yarışmanın kazananı sanırım bu büyük fotoğrafçılardan birisiyle çekime çıkıyordu. Salgado olabilir belki, tam hatırlamıyorum. O zaman o çok ilgimi çekmişti. Sırf onunla birlikte fotoğrafa çıkmak için o yarışmaya katılsam ve birinci olsam diye düşünmüştüm. Coşkun hocayla da çıkma keyifli gelir.

*Coşkun Aral.

– Evet. Coşkun Aral ile de. Çünkü şu an bizim Türkiye’deki fotoğrafçılarda, İzzet Keribar, Coşkun Aral bunlar en önde giden ustalarımız yani. Onlardan biriyle fotoğrafa çıkmayı isterdim. Ki şu an Coşkun Hoca zaten dernekten dolayı katılır aktivitelere. Ama yine birebir çıkmak zor.

* En son hangi fotoğrafta takılı kaldınız? Sizi derin düşüncelere saldı?

– Bir türkü vardı. Hangi türküydü?

*Beni bu dertlere salanı getir? J

-O değil. Derin derin bakmakla ilgili bir türkü.  (Serap; Derin derin sevdalara salarsın) 

*Artık böyle bir saniyede fotoğrafları bakıp bakıp geçiyoruz ya.

– Ben işte onu yapmıyorum ya. Baktığım her fotoğrafa kıymet veriyorum. Çeken çünkü zaman ayırmış, işin içinde olunca ona bakıp geçemiyorsun. Ben geçemiyorum. Başka geçen arkadaşlar varsa da bilmiyorum. Baktığım her fotoğrafa o yüzden, zaten çok az kişiyi takip etmeye çalışıyorum, çünkü hakkıyla fotoğrafa bakayım, paylaştığını hakkı ile okuyalım diye.

* En son mesela böyle çok uzun baktığımız bir fotoğraf var mı?

– Kimin fotoğrafıydı? İsim hatırlamıyorum!

 *Vallahi Samet derseniz çıkıp gideceğim artık J

– Yok. Samet’in değil. İsmini hatırlamıyorum da, Twitter’dan takip ettiğim bir genç bir kız var. Onun fotoğraflarına bir süre baktığımı hatırlıyorum ama isim olarak hatırlamıyorum. İsim hafızamı düzeltmem lazım. Bu bir yerde yaşlılık olarak…. J

*Estağfurullah.

* Hayatınızın fotoğrafı hangisidir?

– Benim çektiğim mi?

* Sizin çektiğiniz de olabilir ya da kendinize “bu benim hayatımın fotoğrafı olabilir” dediğiniz bir fotoğraf.

– Biraz evvel söyledim, ismini hatırlayamadığım bir fotoğraf vardı. Onun altına geçiririz böyle yani alt yazı olarak. J

 *Alt yazı olarak geçiririz, görsel olarak da röportajı yayınlarken ekleriz. 

-Biri de Fanho’nunkiydi işte o bayanın olduğu üçgen.

*Duvar dibinde bir hanımefendi. Gölge, üçgen.

* Hayatımızın şansı nedir?

– Ben her anın bir şans olduğunu düşünüyorum. Sabah kalkıp kalmayacağını bile bilmiyorsun. Fotoğraf makinesini ilk aldığımda de D50’i aldığımda o benim için ulaşılmazdı, bir hayaldi. Sonra 300s falan gördüm, ondan sonra 750, Fx makine var falan. 810 mesela. Makine olarak, ekipman olarak baktığımız zaman hepsi benim aldığımda,  bu makineyi alırken de çok zor şartlarda aldım. Ben bunu belki de almayacaktım. 

 *Hepimiz şahidiz buna. Bütün kamuoyu da şahit.

– Ama tabi herkes bu kadar zorlandığımı bilmiyor. Neyi biliyorlar işte alırken ki yaşadığım süreçteki zorluğu. Şu an bunun ödemesi de aynı şekilde çok ciddi bir rakam. Şu an alacak durumda değilken bunu yapıyorsun. Ben hep diyorum, isteyince veren bir Mevla’mız var. O hep nasip ediyor. Ama bunun dışında, ekipmanın dışında bakarsak yeni olarak hayatta hepimizin her anı bir şans. Aldığımız nefese bir şans olarak bakıyorum. Şanstan kastın ne mesela? Bir örnekle.

* Hani böyle dönüm noktaları olur. Amiyane tabirle yırtma noktaları olur. Son anda oradan kurtarmışızdır paçayı. Ya da işte biriyle tanışmışsınızdır, bir şey söylemiştir, başka bir yola sevk etmiştir, fikir anlamında. 

– Benim yıllar önce tanıştığım arkadaşlarımdan, çok zor bir dönemde iken hayatıma giren insanlardan bir tanesi. Ben mükemmel bir “Ayşegül” gördüm o insanda. Farklı farklı insanlarla, yani siz aynısınız ama karşınızdaki insanlarda farklı farklı kişileri görüyorsunuz. Çünkü onlardaki izlenim başka. Buna tek cümle ile cevap vermiyorum.

 *Biz memnun oluruz.

– Burada o arkadaşın gözündeki Ayşegül mükemmel bir Ayşegül. Her şeyi yapabilecek bir Ayşegül yani, başaramayacağı şu hayatta hiçbir şeyi yok o kişinin yüzünde Ayşegül’ün. Zaten bir potansiyel sizin içinizde var. O potansiyeli karşınızdaki insanla birlikte çıkartıyorsunuz. Bir şeyler tetikliyor sizin görmediğiniz, fark etmediğiniz şeyler görünür hale geliyor. Birincisi oydu, hayatımın görmediğim tarafını gördüm. Bir diğeri de benim kişisel anlamdaki yaşadığım, fotoğrafın dışındaki yaşadığım da, bundan birkaç yıl öncesinde. O zaman da hep aynı şeyi söylemiştim. Hayatımızın altüst olmasından korkuyoruz ama altının üstünden daha iyi olmayacağını nereden biliyoruz. Ki bizim o dönem de, 5-6 yıldır yaşadığımız bir süreçti, gerçekten hayatım alt üst oldu. Böyle her şey tepetaklak, tamamen değişti etti. Yaşarken insan o kadar çok farkına varmıyor. Çok zorlanıyorsun çünkü. Gördüğün, bildiğin hayattan bambaşka bir hayatı yaşamaya başlıyorsun. Bunun çok fazla zorlukları var. Sonra onun içerisinden geçerken, geçtikten sonra bakıyorsun ki hem güçlenmişsin hem o süreç sana çok şey katmış. Yani kişisel anlamda da diğer anlamda da daha güçlenip çıkıyorsun. Hayata bambaşka bir gözle bakıyorsun. Anlıyorsun ki yani benim kendi yolculuğum için, hayatın altıda aslında üstünden çok daha güzel oluyormuş. 

* Çok güzel. Şans peşimizi bırakmadı yani dönüp baktığınızda şanslı olduğunuz anları kestire biliyorsunuz sonradan. Bir kitapta okumuştum yazar şöyle diyordu “rahatsız edilmek kaygısını açtığımız zaman nelerle karşılaşabileceğinizi tahmin edemezsiniz.” İşte hayatın altının üstünden daha iyi olup olmadığını görebilmek için yaşamak lazım herhalde. Bir de o anlarda hangi şansa tabiisiniz onu da fark etmek lazım. 

– Yani bana dışarıdan bakan çevremdeki insanlar çok üzüldüler o dönemde. Ben çünkü çok ciddi bir kilo verdim. 3 ay içerisinde 10-12 kilodan fazla verdim. O kadar zayıfladım. 

* Burada diyetisyen arkadaşımız var. Hiç sağlıklı değil, değil mi? Bizim normalde önerdiğimiz Ayda 2 kilo.

– 12-13 kilo gitti birden böyle. Hani hep diyorum ki, ben işte nasıl baktığınız burada.  Çok şükür diyorum,  iyi tarafından bakarsak diyorum, vermek istediklerim gitti. Orada bizim kendimize bakış açımız değişiyor. Dışarıdaki İnsanlar ah vah ederken, ben onu şans olarak görüyorum. Kime göre neye göre dediğimiz şey. 

* Asla kaybetmem, öğrenirim. Diyorsunuz yani.

– İnşallah öyledir.

*En büyük korkunuz nedir?  Şimdi bu fotobiyografik bir söyleşi olduğu için, bazen böyle kişisel, bazen fotoğraf sanatı ile alakalı karışık soruyorum. Kafanızı da karıştırıp soruyorum ki gafil avlayayım diye.

– Kaybetmek demek geçti içimden hemen. Neyi kaybetmek? Fotoğraf makinesini mi kaybetmek J

* 45 bin liralık makine yani en büyük korku.

– 4-5 yıl öncesinde sormuş olsan başka bir şey derdim de, şimdi herhalde korkum kalmadı. İnsanın en büyük korkusu, hani fotoğraftan çıkıyoruz da, onaylanmama, beğenilmeme. Bu korku insanların hemen hemen hepsinde birinci sırada gelen korkular. Buradan işte o beğenilmeme, onaylanmama korkusu da işte yine çektiğimiz fotoğraflara yansıyan bir şey. Yani orada o korkuyu yine hissedebiliriz, hem kişisel hem fotografik anlamda baktığımız zaman, onu böyle görebiliriz. Ama o da kalmadı bende artık. Çünkü kendim için çekiyorum. Birisi beğenmezse ne olur ki? Ben  beğeniyor muyum, ona bir bakayım. Elbette ki fotoğrafı çektiğinizde başkalarının o işte senin hissettiğin duyguyu onlarda hissetsin istiyorsun ama bir süreden sonra sadece fotoğraf anlamında değil başka korkular, bilmiyorum.  Şu an kaybetme korkusu dedin de. Bu soruyu geçebiliriz buraları, kırpabilirsiniz.

*Çok güzel. “İnsanlar anlaşılmak isterler. İlla anlayacaklarsa da anlaşıldıklarını anlamak isterler.” 

*Bu Son soru. 

– Şimdi çocuklar diyecek ki çok şükür. 

 *Son soru. Evet. Bir buçuk saati deviriyoruz neredeyse. 

-Ooo.  Bu çok benden kaynaklanıyor.

* Çok keyifliydi vallahi kendi adıma. Çok keyif aldım, arkadaşlar da inşallah keyif almıştır. İnşallah izleyenler, okuyanlar da, sizin takipçilerinizin de ben keyif alacaklarını düşünüyorum. Sizi daha da iyi tanıma fırsatı bulacaklarını düşünüyorum o yüzden hem böyle bir fırsatı bize verdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim.

-Ay rica ederim.

*Hayatınızın kahramanı?

– Eşim benim hem en büyük şansım hem de şansızlığım. Niye? Beni her anlamda özgür bıraktığı için. Çok rahat. Günümüz şartlarında Türkiye’de bir kadın fotoğrafçı olarak, yani şey yapmak, tek başına gezilere gitmek etmek. İnsanlar beni bekâr sanıyor. Herkesten duyduğum ilk tepki “eşin bir şey demiyor mu?”  Demesi mi gerekiyor yani. Çünkü demek ki Türk toplumunda demesi gerekiyor. Dememesi anormal. O yüzden bu benim için çok büyük bir şans ve ben hep söylediğim gibi yakın çevremde de söylüyorum, aynı şekilde eşime baktığımda onun ahlaki değerleri çok üstte. Değerlerine sahip çıkan bir insan modeli var karşımda. İnsana çok saygılı. Çerkez olduğundan dolayıdır herhalde yoksa başka bir şeyden değildir mi diyeyim. Çok saygılı, insana saygılı, çevreye saygılı. Gerçekten bir pikniğe falan gittiğimiz zaman, o etrafta çöp falan varsa gider, önce o çöpleri toparlar, kaldırır atar ondan sonra oraya oturur. Oturmaz yani o çöplerin içerisinde, oturmaz. Hem kendisine saygısızlık olarak görür hem o çevreye karşı saygısızlık olarak görür. Çıkarken, o bulunduğu alandan giderken zaten nasıl bırakacağı bellidir. İşte insana karşı da, 7’den 70’e küçük çocuğa karşı da aynı. Ben kayınpederimden gördüğüm de kayınpeder de eve gelen 5-6 yaşında da birisi olsa bir erkek olsa, yaşlı bir insan 60-70 yaşındaydı, ayağa kalkar onu giderken de kapıya kadar yolcu ederdi. Onun Çerkezlerden gelme bir saygısı var. Bunların hepsini işte ondan gördüğüm için bu genel olarak hayatına da yansıyor. Tabii ne kadar uygulayabiliyorum, benle ilgili bir sıkıntı.  Ama bu tarafı var. Şanssız olan tarafta şimdi herkes izleyeceği için söylemeyeyim, kalsın. J 

(Samet; Kahramanı şans olarak açıkladınız ama) 

– Tamam, şans ile kahraman aynı olmuyor mu?

(Samet; Yok. Kahramanınız kim? Kahramanın kötü özelliği yoktur ya hani hiçbir zaman. Hani bir kuyunun içine düştüm, beni oradan çıkardı gibi) 

-Henüz o Kahraman gelmedi J

*Ayşegül Hanım çok teşekkür ederiz bize bir buçuk saatinizi ayırdınız. 

– Vallahi ben size teşekkür ederim. Hepiniz şurada bir buçuk saattir dinliyorsunuz.

* Bizim için çok keyifli oldu. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

– Çok teşekkürler. Sizinle olmak çok iyi çok keyifli. Yani gerçekten sizinle birlikte vakit geçirmek, benim hayatıma bu son zamanlar da çok şey katıyorsunuz. Hepinize ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum.

* Biz de Teşekkür ederiz. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir